Duyuru: Hesaplarınızla ilgili yardım almak için X'ten(tıkla) mesaj atabilirsiniz. Eski hesaplarınızı almak için mail adreslerinizi hatırlamanız gerekmektedir.

Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 0/5 - 0 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
18 MART ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ ANMA GÜNÜ
#1
Kahramanlik ne yalniz bir yükseliş demektir,

Ne de yildizlar gibi parlayip sönmektir.

Ölümsüzlüğü düşünmek boşuna bir hevestir.

Kahramanlik ileri atilip bir daha geri dönmemektir....

Onlar Geri Dönmeyi hiç düşünmedi

[YOUTUBE]http://www.youtube.com/watch?v=QipxnXMOVM4[/YOUTUBE]


ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE
Şu Boğaz harbi nedir? Var mi ki dünyada eşi?
En kesif ordularin yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya
Kaç donanmayla sarilmiş ufacik bir karaya.
Ne hayâsizca tehaşşüd ki ufuklar kapali!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupali!"
Dedirir: Yirtici, his yoksulu, sirtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açilip mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-i beşer,
Kayniyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânin duruyor karşisinda,
Ostralya'yla beraber bakiyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâ'ûna da zuldür bu rezil istilâ!
Ah, o yirminci asir yok mu, o mahhlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise, hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşisina;
Döktü karnindaki esrâri hayâsizcasina.
Maske yirtilmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçaliyor âfâki;
Beriden zelzeleler kaldiriyor a'mâki;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altinda cehennem gibi binlerce lâğam,
Atilan her lâğamin yaktiği yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-i beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el ayak,
Boşanir sirtlara, vâdilere, sağnak sağnak.
Saçiyor zirha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yildirim yaylimi tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangini, durmuş da açik sinelere,
Sürü halinde gezerken sayisiz tayyâre.

Top tüfekten daha sik, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmindan;
Alinir kal'a mi göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrina râm?
Çünkü te'sis-i İlâhî o metin istihkâm.
Sarilir, indirilir mevki'-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nin ebedî serhaddi;
"O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme" dedi.
Âsim'in nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.
Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...
Vurulmuş tertemiz alnindan, uzanmiş yatiyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batiyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alni değer.
Ne büyüksün ki kanin kurtariyor Tevhid'i...
Bedr'in arslanlari ancak, bu kadar şanli idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsin?
"Gömelim gel seni tarihe" desem, siğmazsin.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
"Bu, taşindir" diyerek Kâ'be'yi diksem başina;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşina;
Sonra gök kubbeyi alsam da ridâ namiyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;
Mor bulutlarla açik türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yi uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altinda, bürünmüş kanina;
Uzanirken, gece mehtâbi getirsem yanina,
Türbedârin gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamlari sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hatirana.

Sen ki, son ehl-i salibin kirarak salvetini,
Şarkin en sevgili sultâni Salâhaddin'i,
Kiliç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm'i kuşatmiş, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kirip parçaladin;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecrâmi adin;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksin... Heyhât!
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmiş duruyor Peygamber.
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#2
Söylenecek milyonlarca söz olmasina rağmen yutkunup ağizdan bir tek kelamin çikmadiği andir ÇANAKKALE
Ecdad ile şereflenip,şükür deryasinda boğulmaktir ÇANAKKALE..


Aldiğim nefesler adedince,denizlerdeki su damlalari ve çöllerdeki kum taneleri sayisinca RABBİME hamdolsun ki böyle bir ECDAD'in torunu olmakla onurlandim.
İnşallah CEDDİMİZİN bize verdiği bu şanli bayraği ilelebet payidar kilma niyetinde bilincinde oluruz..

Bu vesile ile tüm forum üyelerimizin bu gurur,şeref gününü tebrik ediyor ve şehitlerimize tekrardan rahmet ve minnet diliyorum
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#3
BU VATAN KİMİN

Bu vatan toprağin kara bağrinda
Siradağlar gibi duranlarindir,
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.

Tutuşup kül olan ocaklarindan,
Şahlanip köpüren irmaklarindan,
Hudutta gaza bayraklarindan
Alnina işiklar vuranlarindir.

Ardina bakmadan yollara düşen,
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarindir.

İleri atilip sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine
Şu kara toprağa girenlerindir.

Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşi yakut olan bu vatan
Can verme sirrina erenlerindir.

Gökyay'im ne yazsan ziyade değil,
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmi rüyada değil,
Topun namlusundan görenlerindir.
Yazar : Orhan Şaik Gökyay


[COLOR="Red"]çanakkale deyince bu şiir aklima gelir
ruhlari şad olsun allah emanetlerine sahip çikanlardan eylesin[/COLOR]
VARLIÐINDAN TEDÝRGÝN OLANLARA ÝNAT KAYSERÝSPOR
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#4
O şanli günlerin eseri olan kahramanliklar bugün hala destan ise dillerde ve biz o destanlarla avunup LAYIK OLAMIYORSAK ecdada vay bize.

Bu topraği VATAN yapan, 15 metre sonra öleceğini bilerek ŞAHA KALKAN ecdada selam olsun. Önünüzde diz çöküp ruhunuza bir Fatiha Okumayanlara LANET OLSUN...

Ne dün, ne bugün, ne de yarin bu bayrağa rengini verdiğiniz AL KANLARIN borcunu ödeyemeyiz, ödeyemeyeceğiz. Hakkinizi Helal edin bize eyy Şuheda...
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#5
ŞEHİTLERİMİZİ SAYGIYLA ANIYOR ALLAH'TAN RAHMET DİLİYORUM MEKANLARI CENNET OLSUN İŞALLAH
[SIGPIC][/SIGPIC]
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#6
[YOUTUBE]http://www.youtube.com/watch?v=JJ_N6_ZN3Kw&feature=related[/YOUTUBE]


"SAĞ KOLUMU KAYBETTİM AMA SOL KOLUM VAR"
Seddülbahir ve Conkbayir'in büyük kahramanlarindan biride Bombaci Mehmet Çavuş'tu. Bu kahraman Anadolu çocuğu ,İngilizlerin siperlerimize firlattiği el bombalarini korkusuzca hemen yakalar,karşi tarafa firlatir ve zararini kendilerine dokundururdu. İngilizler bunu anlamiş olacaklar ki bombalari bir kaç sayi saydiktan sonra firlatarak Mehmet Çavuş 'un iadesini önlemeye çalişmişlardi. İşte böyle bir bomba Mehmet Çavuş 'un elinde patlayarak sağ elinin bileğinden kopmasina sebep olmuştu. Bu yiğit delikanli vazife şuuruyla hastaneden tabur kumandanina yazdiği mektupta şöyle diyordu:
"Sağ kolumu kaybettim, zarar yok, sol kolum var. Onunla da pekala iş görebilirim. Beni müteessir eden ve yüne kitama iltihak edip düşmanla çarpişmama mani olan şey yaramin henüz kapanmamiş olmasidir. Hastahaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim için beni mazur görünüz, affedeniz muhterem kumandanim.."
SAKA OLAYI
Çanakkale Savaşi benzersiz insanlik manzaralarina sahne olmuştur. Muharebe esnasinda taraflar karşilikli mola vererek, yakin siperlerden şehitlerini ve cesetleri toplamak için çikarlardi. Bu molalarda taraflar arasinda su, sigara ve yiyecek alişverişi olurdu. Karşilikli yapilan bu ikramlar,savaş alaninda dahi insanlik ruhunun her şeyin üzerinde tutulduğunun kanitlaridir. Bir gün, 57.alayin sakasi yolunu şaşirarak düşman mevzilerine düşer. Şaşkinliğini gizlemeye çalişarak “Beni komutanim gönderdi, bu yaz sicağinda suya ihtiyaciniz vardir, diye düşünmüş” der. Buna çok sevinen karşi tarafin askerleri de, su dolu torbalari alip sakanin katirini konserve ve çikolata ile yükleyerek geri gönderirler. Bu sevecen olay, insani değerlerin milli vasiflara nasil işlediğini gözler önüne sermektedir.
BOMBA SIRTI OLAYI
“Bombasirti Olayi (14 Mayis 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanmasi mümkün olmayan bir hadisedir. Karşilikli siperler arasindaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasina hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yildirim gibi onlarin yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlilik ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba şarapnel,kurşun yağmuru altinda öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsilma yok. Okuma bilenler Kuran-i Kerim okuyor ve Cennet’e gitmeye hazirlaniyor. Bilmeyenler ise, Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sicak cehennem gibi kayniyor. 20 düşmana karşi her siperde bir nefer süngü ile çarpişiyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerinde ruh kuvvetini gösteren dünyanin hiçbir askerinde bulunmayan tebrike değer bir örnektir. Emin olmalisiniz ki Çanakkale Muharebelerini kazandiran bu yüksek ruhtur.”

Mustafa Kemal ATATÜRK
BİR ÇANAKKALE ŞEHİDİNİN SON MEKTUBU
Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanli Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovasi gibi güzel, yeşillik bir ovaciğin ortasindan geçen derenin kenarindaki armut ağacinin sayesinde otururken aldim. Tabiatin yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldim. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtim, uzaklara doğru baktim. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamliyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkiyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardi.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacin eteklerindeki muhteşem çam ağaçlari kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardi. Nazarlarimi sola çevirdim ciğil ciğil akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayi gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başimi kaldirdim, gölgesinde istirahat ettiğim ağacin yapraklarina baktim. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptiklari rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalina baktim, güzel bir bülbül, tatli sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatima iştirak ettiğini ince gagalarini açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar aninda, hizmet eri:
-Efendim, çayiniz, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldim baktim, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldin? dedim.
-Efendim, şu derenin kenarinda yayila yayila giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanindan 10 paraya aldim.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katilmamiş. Koyundan şimdi sağilmiş, aldim ve içtim.
Fakat bu sirada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?
Fakat yukaridaki bülbül bağiriyordu: "Validen kaderine küssün, ne yapalim. O da erkek olsaydi, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akişini tetkik edecek ve çikardiği sesleri duyacak idi."
Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayi göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir.
O güzel çayirin koyu yeşil bir tarafinda, çamaşir yikayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah'im, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çikarmiyordu.
Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldim. Cemaat ile namazi kildik. O güzel yeşil çayirlarin üzerine diz çöktüm.
Bütün dünyanin dağdağa ve debdebelerini unuttum.
Ellerimi kaldirdim, gözlerimi yukari diktim, ağzimi açtim ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrisi! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otlarin, şu heybetli dağlarin Halki! Sen bütün bunlari Türklere verdin. Yine Türklerde birak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu taniyan Türklere mahsustur.
"Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i celalini İngilizlere ve Fransizlara tanitmaktir. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle, ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarini zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!"
Diyerek bir dua ettim ve kalktim. Artik benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Dünyanin en güzel yerleri burasi imiş. Yalniz bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çikarir da, bizi de götürürler, bir düğün yapariz, olmaz mi?
Kadir'e mektup yazdim.
Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz deyin.
Çantayi al, sandiğa koy. Ben sana vaktiyle anlatmiş idim., bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayi vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasil aldik. Yalniz zaman ister.
Valideciğim, çamaşir falan istemem, paralarim duruyor, Allah razi olsun.
Oğlun
Hasan Etem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)

ANZAKLI ÖMER
1957 yilinda İstanbul Tip Fakültesi'nden mezun olup ihtisas yapmak üzere ABD'ye giden doktor Ömer Musluoğlu görev yaptiği hastahanede başindan geçen çok enteresan bir hadiseyi şöyle anlatiyor:
"Amerika 'ya gittiğim ilk yillar ( 1957) lisanim pek o kadar iyi değil.Newyork'da Medical Center Hospital adli bir hastahanede görev almiştim. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak,elektrokardiyoğrafi çekmek gibi işler.. Hastaya o kadar önem veriyorlar ki yeni doktorlar hemen direk olarak hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diğer zamanlarda da laboratuarda çalişiyorum. Bir hastaya gittim. Yaşlica bir adam. Tahminen yetmiş beş yaşlarinda. İngilizce konuşuyorum. Kan vereceğim kolunuzu acar misiniz? Çünkü adamcağiz kanser hastasi olduğu halde üstelik kansizdi. Elimde kan torbasi da var tabii ki.. pazusunu açtim. Baktim pazusunda dövme şeklinde bir Türk bayraği var. Çok ilgimi çekti benim. Kendisine sormadan edemedim. Siz Türk müsünüz?
Kaşlarini yukariya kaldirarak " Hayir " manasina işaret yapti. Ama ben hala merak ediyorum: Peki bu kolunuzdaki Türk bayraği nedir? "Aldirma işte öylesine bir şey dedi. Ben yine israrla dedim ki: “Fakat benim için bu bayrak çok önemli. Dikkatimi çekti. Çünkü bu benim milletimin bayraği, benim bayrağim...”Bu söz üzerine gözlerini açti. Derin derin yüzüme bakti ve mirilti halinde sordu:
“Siz Türk müsünüz?” “Evet Türk'üm....” İhtiyar gözlerime bakarak tanidik bir göz ariyor gibiydi. Anlatmaya başladi:
“Yil 1915. Sen hatirlamazsin o yillari. Çanakkale diye bir yer var Türkiye'de, orada savaşmak üzere bütün Hiristiyan devletlerden asker topluyorlardi. Ben Anzak'tim Avustralya Anzak’larindan... İngilizler bizi toplayip dediler ki: Barbar Türkler Hiristiyan dünyasini yakip yikacaklar. Bütün dünya o barbarlara karşi cephe açmiş durumda . Birlik olup üzerine gideceğiz. Bu savaş çok önemlidir. Biz de inandik sözlerine vaadetlerine... Savaşmak isteyenler arasina katildik.” Avustralyali Anzak ihtiyar anlatmaya devam ediyordu: “Bizim beynimizi yikayan ingilizler, Türklere karşi topladiği askerlerin tamamini Çanakkale'ye sevkediyorlarmiş. Bizi gemilere doldurup Misir'a getirdiler o zaman . Misir'da şöyle böyle birkaç ay talim gördük. Atiş talimi . Ondan sonra da bizi alip Çanakkale'ye getirdiler. Savaşin şiddetini ben ilk orada gördüm. Öyle ki denize düşen gülleler sulari metrelerce yukari fişkirtiyor, gökyüzünde havai fişekler, geceyi gündüze çeviriyordu zaman zaman... Her taaruzunda bizden de Türklerden de yüzlerce insan hayatinin baharinda can veriyordu. Fakat biz hepimiz Türklerdeki gayret ve cesareti uzaktan gördükçe şaşiriyorduk. Teknolojik yönden çok çok üstün olduğumuz gibi sayi bakimindan da fazlaydik. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren şey neydi? İlk başlarda zannediyordum ki İngilizlerin bize anlattiği gibi, Türkler barbarliktan böyle saldiriyorlar. Meğer barbarliktan değil, kalplerinde ki vatan sevgisinden kaynaklaniyormuş . Bunu nereden anladiğimi söyleyeyim. Biz karaya çiktik. Taarruz edemiyoruz. Bizi püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Bizi tekrar püskürtüyorlar. Tekrar taaruz ediyoruz. Derken böyle bir taarruzda başimdan yediğim bir dipcik darbesiyle kendimden geçmişim.”
Meraktan ağzim açik yaşli Avustralyaliyi dinliyorum. Savaşin dehşetli anilarini anlatirken hastaliğina rağmen tir tir titremeye başlamişti. Devam etti:
“Gözlerimi açtiğimda kendimin yabanci insanlarin arasinda gördüm. Nasil korktuğumu anlatamam. Çünkü İngilizler bize Türkleri barbar, vahşi kimseler olarak tanitti ya... Ama dikkat ettim. Yaralarimi sarmişlar. Bana hiçte öfkeli bakmiyorlar. Kendime geldim iyice bu defa çantalarinda bulunan yiyeceklerden ikram ettiler bana. iyi biliyorum ki onlarin yiyecekleri çok çok azdi. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardi. Şoke oldum doğrusu. Dedim ki; kendi kendime: Bu adamlar isteseler şu anda beni öldürürler. Ama öldürmüyorlar... Veyahut isteseler önceden öldürebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine götürdüler. Biz esirlere misafir gibi davraniyorlardi. Bu duygularla "Yaziklar olsun bana" dedim." Böyle asil insanlarla niye ben savaşiyorum. Niye savaşmaya gelmişim.
Bu ingiliz milleti ne yalanciymiş ne kadar Türk düşmaniymiş" diyerek pişman oldum. Ama bu pişmanliğim fayda etmiyor ki... Bu iyiliğe karşi ne yapsam düşündüm durdum günlerce..... Nihayet bize serbest biraktilar. Memleketime döndüm. işte memlekette Türk milletini ömür boyu unutmamak için koluma bu dövme Türk bayrağini yaptirdim. Bu bayrağin esrari bu işte”
Benim gözlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: “Talihin cilvesine bakin ki o zaman ölmek üzere iken yaralarimi iyileştirerek, sihhate kavuşmama çaba sarfeden Türkler idi. Şimdi de Amerika gibi bir yerde yillar sonra yine iyileştirmeye çaba sarfeden bir Türk... Ne garip değil mi? Avustralya 'dan Amerika'ya gelirken bir Türkle karşilaşacağimi hiç tahmin etmezdim. Size minnettarim. Siz Türkler gerçekten çok merhametli insanlarsiniz. Bizi hep kandirmişlar... Buna bütün kalbimle inaniyorum. Peşinden nemli gözlerle "Bana adinizi söyler misiniz? Dedi. "Ömer" cevabini verdim. Gayet merakla tekrar sordu: Peki niçin Ömer ismini, vermişler sana ? Babam müslümanlarin ikinci halifesi isminden ilham alarak bana Ömer adi vermiş. Yahu senin adin müslüman adi mi ?
Ben "Evet, Müslüman adi" deyince yüzüme bakti bakti, birden doğrulmak istedi. Ben mani olmak istedim. Israr etti. Ama niye israr ediyordu? İhtiyarin israrina dayanamayip yatakta oturmasina yardim ettim. Gözleri dolu doluydu. Yüzüme bakarak dedi ki: “Senin adin güzelmiş. Benim adim şimdiye kadar Mr. Josef Miller idi.
Şimdiden sonra "Anzakli Ömer" olsun.
"Olsun. Peki doktor beni Müslüman eder misin? Müslüman olmak zor mu ?" Şaşirdim. Nasil da birdenbire Müslüman olmaya karar vermişti. Meğer o yaşa gelinceye kadar içten içe hep düşünüyormuş da kimseyle konuşamadiği için , soramadiği için konuşamiyormuş.
Tabii dedim Müslüman olmak çok kolay.
Sonra kendisine imanin ve islamin şartlarini anlattim. Kabul etti. Hem kelime-i Şahadet getiriliyor, hem de çocuklar gibi ağliyordu. Yaşlilik bir yandan,hastalik bir yandan bir de yillardan beri içinde kavuşmak isteyip de bilemediği için kavuşamadiği İslamiyet olan hasretin sona ermesi bir yandan bu yaşli gönlü duygulanmişti....Mirildandi: Siz Müslümanlar tesbih çekersiniz bana da bir tesbih bulsan da ben de yattiğim yerden tesbih çekerek Allah'imi ansam olur mu?
Bu sözden de anladim ki dedelerimiz savaş esnasinda Hakk’i zikretmeyi ihmal etmiyormuş. Neyse uzatmayayim hemen bir tesbih bulup kendisine getirdim. Hasta yatağinda tesbih çekiyor,biz de gerektiğinde tedavisiyle ilgileniyorduk. Fakat benim için o daha bir başkalaşmişti. Müslüman olmuştu. Bir gün yanina gittiğimde samimi bir şekilde rica etti. Beni yalniz birakma olur mu? Ne gibi Ömer amca ? Ara sira gel de bana islamiyeti anlat! sen çok güzel şeylerden bahsediyorsun. O sözleri duydukça kalbim ferahliyor. O günden sonra her gün yanina gittim. Bildiğim kadariyla dinimizi anlattim.
Fakat günden güne eriyip tükeniyordu. Kaç gün geçti tam hatirlamiyorum . Hastanenin genel hoparlöründen bir anons duydum. "Doktor Ömer! Lütfen 217 numarali odaya gelin!" Dedim ki içimden "Bizim Ömer amca galiba yolcu?" hemen yukari çiktim.
Odasina vardiğimda gördüğüm manzara aynen şöyleydi: Sağ elinde tesbih açik duran sol kolunun pazusunda dövme Türk bayraği,göğsünde imani ile ,koskoca Anzakli Ömer son anlarini yaşiyordu. Hemen başucuna oturdum. Kendisine kelime-i şahadet söylettirdim. O şekilde kucağimda teslim-i ruh etti....
Bir Çanakkale gazisi görmüştüm. Yillar sonra da olsa Müslüman Türk milletine olan sevgisi sayesinde kendisine iman nasip olmuştu.
"Ne yalan söyleyeyim, ağladim."
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#7
[YOUTUBE]http://www.youtube.com/watch?v=5GdUSUMZ9N4&feature=related[/YOUTUBE]


BEDELİ ÇANAKKALE'DE ÖDENDİ

Askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Türk için tabii bir şeydir. Ancak bu 45 şehit ve 150 gazinin durumu başkadir. Zira bunlarin istisnasiz hepsi (1909 ve 1914 Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince) askerlik vazifesinden ya muaf ya da maksureli (tecilli) tutulmuş gençlerdir. Bu iki kanun sultani mektepleri talebe ve mezunlari askerlik vazifesinden “maksureli” ettiği gibi , Balkan Harbi sirasinda mer’i olan 1909 kanunu da üstelik bütün İstanbul halkini askerlik vazifesinden azade kilmaktadir. Bu şehit ve gazilerin hepsi 17-22 yaşindayken ve bir kismi henüz mektebin lise ve orta kisminda, bir kismiysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yariş edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazilmişlardi. Hatta içlerinden Irak Cephesi’nde şehit düşen 646 Celal İbrahim seferberliğin ilaniyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapisinda sabahlamiş ve “ 1 Numarali Gönüllü” yazilmak şerefini elde emiştir. .

Galatasaraylilarin bu şüheda menkibeleri arasinda dünyada eşi bulunamayan bir tanesini (Mehmet Muzaffer’in Destanini ) Gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor:

Üç aylik bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi. (Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransiz kuvvetleri, Çanakkale’ de uğradiklari mağlubiyetlerden ve verdikleri yüzellibin zayiattan sonra Boğaz ’i aşamayacaklarini anlamişlar , 1915’in son haftasiyla 1916’nin ilk haftasinda bütün hatlari tahliye edip çikip gitmişlerdi. Galatasaray Lisesi öğrencisi iken gönüllü Çanakkale cephesine giden zabit (subay) adayi Mehmet Muzaffer Bey'in alayinin otomobillerine lastik satin almak için bir gecede (1916 yili bahari) yaptiği sahte 100 liranin ön yüzü. Paranin altinda "bedeli Çanakkale'de altin olarak ödenecektir" yazilidir. Teğmenliğe yükselen bu vatanseverimiz, 1917 yilinda Gazze'de şehit düşmüştür.

Muzaffer Çanakkale’ye vardiğinda harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçaklari bombardimanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan’in da Aralik sonuna kadar sekiz ay süren kanli boğuşmalarla kiyasla bu bombardimanlar “ hiç mesabesindeydi.” Çanakkale’de ki birliklerin büyük bir kismi Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazirlanma ve noksanlarina ikmal emri aldilar. Muzaffer birliğinin alay karargahinda görevliydi. Alay ’in kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takim malzemeye ihtiyaci vardi. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mübayalar için arttirma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunlari kaybedilecek vakit vardi. Her şey “itimat” ile yürürdü. Muzaffer açikgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve mubayaasina onu memur etti. İcap eden paranin kendisine itasi içinde Erkan-i Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazili bir tezkereyi eline verdiler.

O yillarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasitalardi. Bunlarin lastikleri de yok denecek kadar azdi ve karaborsaydi. Muzaffer aradi,uğraşti,nihayet Karaköy’ de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti , ama yapacak başka bir şey yoktu. Anlaşmaya vardi. Lazim gelen parayi almak üzere Erkan-i Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşli b,r kaymakam Yarbay ’in huzurundadir. Kaymakam uzatilan tezkereyi okudu. Karşisinda hazir ol da duran ihtiyat zabitine bakti. İsteyeceği paranin miktarini sormadan ,”Ne alinacak” dedi. “ Oto kamyon lastiği” cevabini verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik bakti :

“ Bana bak oğlum! Ben askerin ayağina postal sirtina kaput alacak parayi bulamiyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git ,insani günaha sokma para mara yok!...

Muzaffer selami çakti dişari çikti. Harbiye Nezareti’nin ( bugünkü hukuk fakültesi binasi) bahçesinden dişariya ağir ağir yürürken ne yapacağini düşünüyordu. Malzemelere Alay ’in ihtiyaci vardi. Elindeki( Almanlarin verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabasi lastiksizdi. Diğer malzemelerde mutlaka lazimdi. Kendisi bulur alir diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi ,bir çaresini bulmak lazimdi...

Muzaffer bunlari düşüne düşüne Beyazit Meydani’na vardi birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradiği çareyi bulmuştu.

Doğru tüccar Yahudi’ nin yanina gitti:

“ Paranin tediye muamelesi akşamüstü bitecek,ezandan sonra gelip mallari alamam . gece kaldiracak yerim yok. Yarin öğleden evvel vapur Çanakkale’ye kalkiyor, yetiştirmem lazim. Onun için sabah ezaninda geleceğim mallari mutlaka hazir edin...”

Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrilirken ilave etti.

“Altin para vermiyorlar kağit para verecekler”

Yahudi yine “peki” dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanliğindan sağladiği araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapisindaydi. Ortalik henüz işiyordu. Tüccar mallari hazirlamişti. Hava gazi fenerinin yarim yamalik aydinlattiği loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime ( yüz liralik kağit para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci ’ye yollandi. Malzeme şat’a oradan dubada bağli gemiye aktarildi. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanli Bankasi’na gitti. Bozmadilar zira elindeki para sahte idi.

Muzaffer, evrak-i nakdiyelerin basiminda kullanilan kağitin aynini Karaköy kirtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakişta ayirt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmişti. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarinin üzerindeki yazilar arsinda bir de şu ibare bulunuyordu: “ Bedeli Dersaadet’te altin olarak tesviye olunacaktir.”Muzaffer yaptiği taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmişti:

“ Bedeli Çanakkale ‘de altin olarak tesviye olunacaktir.”

Onun burada altin dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akittiği, altindan daha kiymetli kani idi.

Sahte paraya gelince...

Yahudi tüccar bunu mesele yapmadi. Yapmak mi istemedi, yapmaktan mi çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayildi. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi’nin kulağina kadar gitti. Şehzade hemen lalasini göndererek Yahudi tüccari buldurdu. Yüzlük taklit evrak-i nakdiyeyi bedelini altin olarak ödeyip aldi. Çok zarif sedef kakmali, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#8
18 Mart Çanakkale Zaferi
[B]Tarihteki ve Ulusal Yaşantimizdaki Yeri
[/B]
Turhan OLCAYTU * E.Tümgeneral
3 Kasim 1914 ve 18 Mart 1915 tarihleri arasinda Çanakkale Boğazi'nda cereyan eden bir seri deniz savaşlariyla Gelibolu Yarimadasi'nda 25 Nisan 1915 - 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasinda yapilan kara savaşlari, Türk tarihinin en şerefli sayfalarini dolduran birer zafer destanidir.
Çanakkale Zaferini, büyük Türk Ulusuna, Atatürk gibi dahi bir lider hediye etmiştir. Türk bağimsizlik savaşinin temelleri, Çanakkale'nin sularinda, Conkbayiri'nda ve Anafartalar'da atilmiş, bu zaferler Türk Kurtuluş Savaşina maya çalmiştir.
Türk Ulusu; İstanbul'u kurtaran Anafartalar kahramani Mustafa Kemal Paşayi Çanakkale'den tanimiş; 19 Mayis 1919'da O, Samsun'a çiktiği gün Suriye ve Filistin cephelerinden terhis olarak Anadolu'ya dönen Türk halki, "bu benim kahraman komutanimdi" diyerek O'nun etrafinda kenetlenip İstiklal Savaşi'na katilmiştir.
Türk Ulusu ve dünya O'nu böylece tanirken, O da Conkbayiri'nin, Kocaçimen'in, kan deryasi can pazarinda ulusunun ve Türk askerinin asil cevherini yakindan taniyarak daha sonra girişeceği Bağimsizlik Savaşini kesin zaferle sonuçlandiracaği kanaatini daha o zamandan edinmiştir. 18 Mart zaferi kazanilmasaydi, düşman donanmasi, daha 1915'in Mart ayinda İstanbul'a girerek Osmanli İmparatorluğu'nu çökertebilecekti.
Çanakkale Boğazi'ni denizden aşip İstanbul'a giremeyen İtilaf Devletleri, 25 Nisan 1915'ten başlayarak 8-9 Ocak 1916'ya kadar süren Çanakkale kara savaşlarinda Mustafa Kemal tarafindan durdurulamasaydi, Birinci Dünya Savaşinda Çarlik Rusyasi en kisa yoldan müttefiklerinin yardimlarina kavuşacaği için yikilmayacak, muhtemelen Ekim 1917 Bolşevik İhtilali de olmayabilecekti. Bu durumda Almanya'nin yenilgisi hizlanacak ve 1. Dünya Savaşi belki de 1915'te sona erecekti. Çanakkale Zaferi; harbin 4 yil sürmesine, üç imparatorluğun (Osmanli, Çarlik ve Avusturya/Macaristan İmparatorluklari) tarih sahnesinden silinmesine neden olmuştur. Gelibolu Yarimadasi'nda düşmana kesin darbeler vurarak onlari yenilgiye uğratan Alb. Mustafa Kemal'in Anafartalar tepesinde yaktiği zafer meşalesi, Kurtuluş savaşimizin da yolunu aydinlatmiştir.
Böylece 18 Mart deniz zaferimizi taçlandiran 25 Nisandan sonraki kara savaşlarinda, Mustafa Kemal'in etkin liderliği sayesinde kazanilan zaferlerin, ulusal tarihimize ve dünya tarihine yön veren etkin rolünü yukarda belirtilen noktalarda toplamak mümkündür.

18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞI VE ÖNCESİ
Boğaz savunmasi, girişten itibaren "Diş-Orta-İç Tabyalar" olmak üzere üç savunma grubu halinde tertiplenmişti. Boğaz kiyilari boyunca 20 tabyamizda, çoğunluğu kisa menzilli ve eski model, 170 adet top mevzilendirilmişti. İtilaf Devletlerinin savaş gemilerinde çoğunluğu büyük çapli uzun menzilli 247 adet en modern toplar bulunmaktaydi.

İtilaf Devletlerinin Akdeniz Başkomutani Amiral Carden, Boğazi geçerek İstanbul'a girmek için üç aşamali saldiri plani yapmişti. İstanbul'a bir ay içinde ulaşacağini hesaplamişti. Plan gereğince, 3 Kasim 1914 günü 7 zirhli ile Boğaza bir keşif taarruzu yapti. Girişteki tabyalarimiz zarar gördü. İkinci saldiriyi 19-25 Şubat 1915 tarihleri arasinda 7 gün süreyle devam ettirdi. Türk topçusunun atiş menzili dişindan yapilan bombardimanlar etkili oldu. 19 topumuz ve Boğaz girişindeki tabyalarimiz kullanilamaz hale geldi. 26 Şubat günü düşman donanmasi Boğaza girdi orta kesimdeki tabyalar 8 saat süreyle kesintisiz bombardimana tabi tutulup sarsildi. Bu başarilar üzerine Amiral Carden, Londra'ya çektiği bir telgrafta, 14 gün içerisinde İstanbul'a ulaşabileceğini müjdeliyordu. Amiral, hazirliklarini tamamlamaktaydi. Son darbe 18 Martta indirilecekti. Ne var ki, kağit üzerinde yapilan bu savaş planinda, Türk'ün kahramanliği ve savaş azmi hesaba katilmadiği için evdeki hesap çarşiya uymayacakti.


18 MART 1915 GÜNÜ SAVAŞI
18 Mart günü, bundan 85 yil önce, Çanakkale'de ufuklari ümit ve zafer neşesi kaplayan bir gün daha doğdu. İtilaf Donanmasi 18 savaş gemisiyle saat 10.00'da boğazi yarip geçmek üzere girmeye başladilar. İlk ateşi TRIUMPH zirhlisi, Çanakkale'ye 12 Km. mesafedeyken saat 11.15'te açti. Savunma planimiza göre, gemiler topçularimizin ateş menziline girinceye kadar pusuda bekleyecek ve baskin tarzinda ateş açilacakti. Nitekim böyle yapildi. Düşman; yaklaştikça, topçularimizin giderek yoğunlaşan isabetli atişlariyla karşilaşiyordu. Saat 12.00'ye geldiğinde orta kesimdeki 3 tabyamiz ağir hasar almiş, ama ayakta kalan diğer topçularimizin hedefini şaşmayan mermileri AGAMENNON zirhlisinin çelik yeleğini parçalamiş, INFLEXIBLE zirhlisinin komuta köprüsü uçurulmuş ve bu arada düşman donanmasi Çanakkale'ye 7 Km. kadar sokulmayi başarmişti. Savaşin en şiddetli anlari yaşaniyordu. Türk topçulari Boğazi cehenneme çeviriyor, düşman zirhlilari da kiyi şeridindeki mevzilerimizi hallaç pamuğu gibi atiyor, kiran kirana bir savaş oluyordu.
Bu sirada Fransiz GAULOIS zirhlisi aldiği ağir yaralarla saf dişi kalmiş, BOUVET zirhlisi yirtilan çelik gömleğini yenilemek üzere geriye kaçarken, bir gece önce Dz. Yzb. Hakki'nin NUSRET mayin gemisiyle boğaza döşediği mayinlara çarparak 639 personeli ile birlikte karanlik limanin sularina gömülerek kayboluyordu. BOUVET'in imdadina koşan SUFFREN ve GAULOIS da ayni akibete uğramiştir. Saat 15.00'te IRRESISTIBLE ve onu takiben 16.00'da INFLEXIBLE ve 10 dakika sonra OCEAN zirhlilari, tam ileri atilacaklarken onlarin da ayaklari Yzb. Hakki'nin tuzağina takilarak batarken, INFLEXIBLE güçlükle kurtularak römorkör yedeğinde İmroz'a dönüyordu. Böylece 6 saatte 3 büyük zirhlisini kaybeden, bir bu kadari da ağir hasara uğrayan gemilerini aciyla seyreden Amiral De ROBECK, kalanlari kurtarabilme telaşiyla saat 17.30'da boynu bükük çekilme emrini veriyordu.




ÇANAKKALE ZAFERİ
Çanakkale Savaşi yalniz bizim tarihimizin değil yakin dünya tarihinin en önemli savaşlarindan biridir. Çanakkale Boğazi'ni savaş gemileriyle zorlayarak aşma, böylece İstanbul'a kavuşma isteği Avrupa büyük devletlerinin öteden beri özlemidir.
1914 yilinda I. Dünya Savaşi'nin başlamasiyla İtilaf devletleri bu isteklerini gerçekleştirme firsatinin doğduğuna inandilar. Bu inançla İngiltere ve Fransa işbirliği yaparak 3 Kasim 1914 günü alacakaranlikta Bozcaada'dan Boğaz'in ağzina doğru yaklaştilar. Buradan istihkamlarimiza doğru ateş açtilar, İngilizler Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarini, Fransizlar da Anadolu yakasinda Kumkale ve Orhaniye tabyalarini havan topu ile dövdüler. Cephaneliğimize isabet eden top mermisiyle on bir ton barut havaya uçtu, subay ve erlerimiz şehit düştü, İngiliz Donanma Komutani Amiral Carden Çanakkale önlerinde gösteriler yapti, düşman denizaltilari boğazi geçmeye kalktilar.
24 Kasim 1914 günü bir Fransiz denizaltisi Boğaz sularinda görüldü. bu denizaltiyi gören topçularimiz düşman üstüne ateş yağdirmaya başladi. 2 Aralik günü İngiliz denizaltisi da bir deneme yapti. Derinden engelleri aşarak Boğaz'a girdi. Yediyüzelli metre ilerde bulunan Mesudiye zirhlisina torpil atarak bu gemimizi batirdi. Zirhlimizda bulunan subaylardan on'u ve erlerimizden yirmi dördü şehit düştü.
19 Şubat 1915 günü düşman savaş gemileri öğleye kadar uzun menzilli bir bombardimana girişti. Boğaz'a iyice sokuldular. Tabyalarimiz akşama doğru düşman savaş gemilerine karşilik verdi. Ertuğrul ve Orhaniye tabyalarindan atilan ateş karşisinda düşman oldukça bocaladi.
İtilaf devletleri gemileri diledikleri gibi ilerleyemiyor, amaçlarina ulaşamiyordu. Lodos firtinasini başarisizliklarinin nedeni olarak görüyorlardi. Havalar düzelince yeni saldirilar düzenlendi. Yine sonuç alinamayinca düşman gemilerine komuta eden Amiral Carden görevden alindi. Yerine 17 Mart 1915 günü Robeck atandi. Yeni komutan 18 Mart 1915 günü donan*mayla Boğaz'a saldiracağini, yakinda İstanbul'da olacağini Londra'ya bildirdi.
Bu arada Çanakkale Müstahkem Mevki Komutani Albay Cevat Çobanli 17/18 Mart gecesi boğaz'a mayin hatti döşenmesi emrini verdi. Aldiği emir gereği Binbaşi Nazmi Bey Nusret Mayin gemisi ile o gece yirmi alti mayin, Boğaz'a on birinci hat olarak döşendi. Boğaz'daki mayin sayisi on bir hat olarak 400'ü aşmişti.
18 Mart 1915: İngiliz ve Fransiz savaş gemilerinden oluşan, o dönemin en büyük deniz gücü, üç filo olarak sabahleyin Çanakkale Boğazi'na girdi. Bu donanmanin ilk grubunu oluşturan filoda, İngilizlerin Queen Elizabeth zirhlisi ile İnflexible, Lord Nelson ve Agamemnon savaş gemileri bulunuyordu.
İkinci grupta İngiliz Kalyon Kaptani komutasinda Ocean, İrresistible, Wengeance Majestic gibi savaş gemileri yer almişti. Üçüncü filo ise Prince, Bouvet, Suffren gibi Fransiz savaş gemilerinden oluşuyordu.
İngilizler ve Fransizlar zayif Türk savunmasini kolayca susturarak Boğaz'i kolayca geçebileceklerim umuyorlardi. Bu umut ve güvenle 18 Mart 1915 günü düşman savaş gemileri şiddetli bir ateşe başladilar. Rumeli Mecidiyesiyle merkez bataryalari şiddetli bir ateşe tutuldu. Boğazdaki düşman gemileri Hamidiye istihkamlarina yüklendi. Bunu gören Dardanos bataryalari ateşi üzerlerine çekmeye çalişti. Az sonra, tüm gemiler, Dardanos'a saldirdi. Dardanos tabyamiz saldirilara şiddetle karşi koydu. Bu arada Mesudiye tabyasi da ateşe başlamişti. Mesudiye üzerine ateş açilinca Hamidiye onun yardimina koştu. Bu arada kiyi bataryalarimiz düşman üstüne ateş yağdirmaya başladilar. Bunalan düşman kaçmak isterken topçu atişlariyla karşilaşiyordu. Düşman gemilerine göz açtirilmiyordu. Karşilikli bu korkunç bombardiman bir saat kadar sürdü. Bu karşilikli bombardimani bir yabanci yazar şöyle anlatiyor:
«İnsan manzarayi gözlerinin önünde canlandirabilir. Kaleler, toz duman bulutlari içinde kaybolmuşlarda Yikintilarin arasindan arada bir alevler yükseliyordu. Gemiler, çevrelerinde fişkiran sayisiz su sütun*lari arasinda yavaş yavaş hareket ediyorlar, bazen duman ve serpintiler arasinda iyice görünmez oluyorlardi. Tepelerden ateş eden havan toplarinin alevleri görülüyor, ağir toplar yer sarsintilari gibi gümbürdüyordu.»
Bombardiman sirasinda Türk tabya ve bataryalari büyük zarar görmüştü. Amiral Robeck Fransiz gemilerini geri çekerek İngiliz savaş gemilerini ileri sürdü. Tam bu sirada müthiş patlamalar oldu. Bouvet ve Suffren savaş gemileri mayina çarparak sarsildilar, manevra kabiliyetini kaybettiler. Bir gece önce Nusret mayin gemisinin döşediği mayinlar görevlerini yapmişlardi. Boğazin berrak sulan üzerinde bir dev gibi yatan Bouvet ve Suffren'e tarihi Hamidiye bataryamizin keskin nişancilari ateş açtilar. Çanakkale Geçilmez kitabinin yazari Alan Moorehead olayi şöyle anlatiyor.
«Saat 13.45'de Suffren'in az gerisindeki Bouvet müthiş bir patla*mayla sarsildi. Güverteden göğe kesif bir duman yükseldi. Gittikçe hizlanarak yana yatti, devrilip gözden kayboldu. Olayi görenlerden birinin ifadesine göre «Bir tabak, suda nasil kayip giderse o da öylece kayip gitti.»
Türk tabyalari, Boğaz'i geçmeye çalişan düşman gemilerine durmadan ateş ettiler. Bu arada düşman Boğazdaki mayinlari temizlemek için mayin tarayicilarini boğaza soktu. Tabyalarimiz mayin tarayicilarina ateş açtilar. Açilan ateş yağmur gibi yağmaya başlayinca düşmanlar panik içinde kaçtilar. Bu arada düşman savaş gemilerinden İnflexible, İrressitible büyük hasar gördü. Batanlar oldu. Daha sonra Queen Elisabeth ve Agamemnon yaralandi. İtilaf devletleri Çanakkale Boğazi'ni denizden aşamadilar. Büyük kayiplar vererek: Çanakkale Boğazi'nin geçilemeyeceğini öğrendiler.
İtilaf devletleri Çanakkale Boğazi'nin savaş gemileri ile aşamayinca bu kez çikarma yapmayi planladilar. Artik Çanakkale kara savaşlari başli*yordu. Kara savaşinda düşmanin nereden çikarma yapabileceği tartişildi. Mustafa Kemal Kabatepe ve Seddülbahir'den, Alman komutan Von Sanders ise Bolayir ve Anadolu yakasindan çikarma yapilabileceği görüşündeydi. Alman komutani Von Sanders'in görüşü ağir basti, ve askerler o yöreye yerleştirildi.
Düşman güçleri 25 Nisan 1918 sabahi Mustafa Kemal'in düşündüğü noktadan saldirdi. 19. Tümen Komutani Mustafa Kemal Kocaçimen'de Conkbayir'da, savaşti. Cephanesi biten askerlere:
— Süngü tak emrini verdi. Daha sonra ;
— «Ben size taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve başka komutanlar geçebilir» dedi. Tarihin bu en büyük siper savaşi başlamişti. Siperler arasi uzaklik sekiz on metre kadardi. Türk siperlerinden hiçbir asker ayrilmiyordu. Şehit düşenlerin yeri hemen dolduruluyordu. Her adim başina bir mermi düşüyor; toprak adeta tüterek kayniyordu. Düşman dalgalar halinde Conkbayir'a doğru ilerliyordu. Bu arada Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanliğina atandi. Anafartalar Savaşi'nda düşmanin attiği şarapnel misketi Mustafa Kemal'in göğsüne isabet etti. Ancak cebindeki saate çarptiğindan bir şey olmadi.

Kisa sürede Türk ordusu her yerde büyük başarilar kazandi. Düşman şaşkina döndü, bozguna uğradi. Çanakkale kara savaşlarinin en önemli cepheleri; Kumkale, Beşike, Bolayir, Seddülbahir, Anbumu, Kabatepe, Conkbayiri ve Anafartalar'dir. 19 - 20 Aralikta Anafartalar ve Ariburnu cephesi, 8 - 9 Ocak'ta Seddülbahir düşmanlar tarafindan boşaltildi. Böylece 1915 baharinda parlak umutlarla karaya ayak basan birleşik düşman ordusu 1916 kişinda bozguna uğrayarak çekip gitti.
Çanakkale savaşlarinda 250 binin üzerinde askerimiz şehit düştü. Düşman kayiplari ise bu rakamin üstündedir.
Çanakkale savaşlarinin unutulmaz kahramani, Anafartalar Grup Komutani Mustafa Kemal'in başarisi ilerde başlayacak Ulusal Kurtuluş Savaşi'mizin kaynaği oldu.
Bağimsizliğimizi savunmak, yurt topraklarimizi korumak için yapilan savaşlar kutsaldir. Çanakkale, Ulusal Kurtuluş Savaşimiz kutsal destan savaşlara birer örnektir.


SEVGİLİ ARKADAŞLAR!

Çanakkale Savaşlari, yüzyilimizin en büyük savaşlarindan birisidir. Birinci Dünya Savaşi’ni galip bitirmek isteyen düşman devletler, gemileriyle Çanakkale Boğazi’ni geçip İstanbul’u almak istiyorlardi.

Osmanli ordusu, İngiliz ve Fransiz donanmalarina karşi Çanakkale Boğazi’nda aylar süren bir dizi deniz ve kara savaşi yapmiştir.
300.000 askerimizin şehit olduğu bu savaşlar sonucunda, düşman donanmalari ağir kayiplar vererek geri çekilmişlerdir. Çanakkale Savaşlarinin denizle ilgili bölümü, 18 Mart 1915 tarihinde, düşman gemilerinin geri çekilmeleriyle sonuçlanmiştir. Bu nedenle, her 18 Mart gününde Çanakkale Savaşlarini anmaktayiz.
Çanakkale Boğazini geçmek isteyen İngiliz ve Fransiz gemileri, 3 Kasim 1914’de boğazin iki yakasindaki birliklerimize ateş açtilar. Birliklerimizin karşi ateşi ile geri çekilmek zorunda kaldilar. 19 Şubat 1915’de düşman donanmasi kesin hücuma başladi. Osmanli ordusunun karşi ateşi ile tekrar geri çekildiler. 18 Mart 1915’de İngiliz ve Fransizlar 16 harp gemisi ile büyük bir hücum daha başlatti. Üç gemisi sulara gömülen düşman donanmasi, tekrar geri çekilmek zorunda kaldi.
Çanakkale Boğazini gemilerle geçemeyeceklerini anlayan düşmanlarimiz, topraklarimiza karadan girmeyi denediler. İngiliz, Fransiz, Avustralya, Yeni Zelanda ve diğer bazi sömürge ülkelere ait askerler 25 Nisan 1915 günü karadan çikarma yapmaya başladilar. Kara savaşlari, 9 Ocak 1916 tarihinde son düşman birlikleri de geri çekilene kadar devam etmiştir. 6-7 Ağustos 1915 gecesi Anafartalara yapilan çikarma harekatini Mustafa Kemal komutasindaki birliğimiz durdurmuştur. 25 Nisan 1915 ve 9 Ocak 1916 tarihleri arasinda , yaklaşik sekiz ay boyunca şiddetli kara savaşlari olmuştur.

Sevgili arkadaşlar!
Çanakkale Savaşlari, Türk Tarihinin belki de en önemli savaşidir. Daha geniş ve ayrintili bilgi sahibi olmak için kaynaklari mutlaka okumanizi öneriyoruz. Bugün özgür olarak yaşadiğimiz bu topraklara çok kolay sahip olmadiğimizin bilinmesi gerekir.
Allah bizlere, bir daha böyle bir savaş göstermesin!

------------------------------------------------------------------------------

Hiç bir internet sitesinde bu özel gün ile alakali doğru düzgün bir yazi göremedim. Yok ibo ölmemiş,yok karikiz akini olacakmiş yok dizilerde şöyle olmuş vs... Ecdadimiz bizler onlari unutalim diye şehit olmuşlar ya yaziklar olsun bizim gibi topluma. Büyük ecdadimizin aciz torunlari...

Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#9
Hiç bir internet sitesinde bu özel gün ile alakali doğru düzgün bir yazi göremedim. Yok ibo ölmemiş,yok karikiz akini olacakmiş yok dizilerde şöyle olmuş vs... Ecdadimiz bizler onlari unutalim diye şehit olmuşlar ya yaziklar olsun bizim gibi topluma. Büyük ecdadimizin aciz torunlari...[/COLOR]
[/FONT][/B][/QUOTE]


bende bütün gün bu meseleyi düsünüyordum
derbiye aksam her kanalda gösterirler Sad(
canakkaleyi bir iki kanal gösterir


57. ALAY

Çanakkale'yi denizden geçemeyen itilaf Devletleri'nin 25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarimadasi'na ve Kumkale'ye asker çikarmalariyla Çanakkale kara savaşlari; başlamiştir;. 25-26 Nisan 1915 tarihlerinde Ariburnu'nda karaya çikip Conkbayiri'nda ilerleyen çikarma kuvvetleri, 19. Tümen K.Kur.Yb. Mustafa Kemal'in 25 Nisan günü verdiği r0;Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfinda yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilirr1; emrini uygulayan Türk birliklerince durduruldu. Bu birliklerden biri Yb.Hüseyin Avni Bey'in komutasindaki 57. Alay'di. 57. Alay'in başta komutanlari; olmak üzere 628 kişilik mevcudunun tamami; 25-28 Nisan 1915 tarihleri arasinda şehit düşmüştür.

biz gurbette bile her sene aniyoruz SANLI ECDADIMIZI
bana seni gerek seni
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#10
Allah milletimize bir daha böyle bir savaş yaşatmasin
Ben mevlanamýyým ne olursan ol gel diyeyim.Adam olda gel
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#11
CANAKKALE ZAFERİNİN 96. YILDÖNÜMÜ

VATAN İCİN CEPHEDEN DÖNMEYİ DÜSÜNMEYEN SEHİTLERİMİZİN RUHU SAD OLSUN.
[SIGPIC][/SIGPIC]
C* Devlet, Millet, Bayrak Uðruna Topraða Düþen ÞEHÝTLERÝMÝZ ÞEREFÝMÝZDÝR C*
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#12
MİLLİ ŞAİRİMİZ MEHMET AKİF ERSOY'UN DEDİĞİ GİBİ: "ALLAH BİR DAHA İSTİKLAL MARŞI YAZDIRTMASIN".

AMİN.
[SIGPIC][/SIGPIC]
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#13
Tarih 1915
Yer Medineyi Münevvere
Hindistan ulemasindan bir zat,Mescid-i Nebevinin bir köşesinde saatlerce ağliyor.Onu bu halde gören Peygamberimizin türbedari bu zat'a yaklaşiyor ve böyle bir mekanda,kalplerin bayram yaptiği böyle bir makamda niçin ağladiğini soruyor
O Zat,Medineyi Münevvere'ye gelene kadar Allah Resulü ile mana aleminde her zaman görüşebildiğini söylüyor ve Medine'ye geldiğimden beri Rasulullah ile görüşemiyorum.Acaba ne hata yaptim ki kalp gözüm onu görmüyor.Ya ben bir hata yaptim yada Rasulullah şuanda makaminda değil dedi
Peygamber türbedari şaşiriyor ve başka bir şey söylemiyor.Türbedar ayni gece Allah rasulünü rüyasinda görüyor.O anda Hindistan ulemasindan olan o zat'in söyledikleri aklina geliyor.Fakat edebinden dolayi soramiyor ama Allah rasulü türbedarina şöyle buyuruyor: Evet hissedilen doğrudur ben şimdi Medine'm de değilim ÇANAKKALE'DEYİM !!!
Çok zor durumda olan asker evlatlarimi yalniz birakmaya gönlüm razi olmadi.Şimdi onlara yardim ediyorum

Biz Çanakkale'de topumuzla,tüfeğimizle yada en ileri teknolojiyi elimizde bulundurmakla değil İMANIMIZLA İNANCIMIZLA kazandik.Bir ülkenin asil gücü, ne tankidir ne topudur nede parasidir.Ya ? milli ve manevi değerlerine inanmiş evlatlaridir.Buna sahip olduğun zaman Çanakkale'de olduğu gibi zaferleri yazar bütün insanliğa en büyük hizmetleri yaparsiniz

6000 yillik hayallerini gerçekleştirmenin hayalini kuran siyonizm bütün savaşlarda olduğu gibi Çanakkale'de de bunun için 7 düveli türlü oyunlari ve entrikalari ile ülkemize getirdi.
Bu yüzden;
Çanakkale zaferi, ülkemizin 75 milyon evladinin,yer yüzündeki 1 buçuk milyar müslümanin ve tüm dünya insaninin kavramasi,anlamasi ve ders almasi gereken bir büyük zaferdir bir destandir.
Ülkeleri savaşa sokup onlari birbirine kirdiran ve bu savaşlarin tek kazanani olan,bütün insanliği kendisine köle yapma derdinde olan bu siyonizmin oyununa gelme benim kardeşim !!!

İşte bu yüzdendir ki Çanakkele'de yalniz bizler değil bütün insanlik kurtarilmiştir


Bu söylediklerimden başka Çanakkale'den alinacak en büyük ders şudur.Evet derslerin en büyüğü !!!
Seyit Çavuş'un batirdiği geminin içinde İngiliz ordularinin içinde Hintli,Yeni Zelandali,Avusturalyali MÜSLÜMAN askerler vardi !!! Seyit Çavuş ya Allah dedi bunlarin hepsini yerin dibine batirdi.Neden ?
Çünkü bu insanlar her ne kadar müslüman iseler de maalesef ŞUURSUZ olduklari için gitmişler para kazanacağim diye İngiliz ordusuna kayit yaptirmişlar ve çikmiş onlarla beraber Çanakkale'ye gelmiş.İstanbul'u alalim Osmanli yikilsin müslümanlar başsiz kalsin büyük İsrail'i kuralim yer yüzün ifsad olsun diye çalişiyor BİLMEDEN çünkü ŞUURSUZ.
ŞUURSUZ olduğundan kandiriliyor ve yer yüzünün ifsadina çalişiyor.Seyit Çavuş ISLAHINA çalişiyor işte bu İngiliz gemisindeki ŞUURSUZLAR ifsadina çalişiyor.İşte bundan dolayidir ki bir müslümanin insanliğin saadeti için mi çalişiyorum,yer yüzünün islahi için mi çalişiyorum yoksa ifsadi için mi çalişiyorum,insanliğin saadetini engellemek için mi çalişiyorum bunu İDRAK ETMESİ gerekiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir !!!
ŞUURLU olacaksin benim kardeşim.Öyle Çanakkale'de imanli yürekleri geçemeyenlerin BOP Eş başkanina oy vermeyeceksin.Verirsen sende KATİL olursun.Senin verdiğin oylar yüzünden Irak'ta,Filistin'de daha 3 yaşini göremeden katledilen çocuklar oldu.
ŞUURLU olacaksin benim kardeşim kara kutuda sana defalarca kere seyrettirilenleri sorgulayacaksin.
ŞUURLU olacaksin benim kardeşim sana ve bütün insanliğa oynanan oyunu görebileceksin.
ŞUURLU olacaksin benim kardeşim verdiğim bir oy ile hangi suca ortak olduğunun idrakine varacaksin.İfsada değil Seyit Çavuş gibi ISLAHA çalişacaksin !!!

Şuan Çanakkale cephesindeki durumdan daha zor haldeyiz.Ama hamdolsun ki Fatih Sultan Mehmet Han'in askeri olan binlerce genç yaşiyor bu topraklarda.Elhamdulillah ki Fatih'in türbesinden edebinden dolayi sandukaya arkasini dönmeden çikan gençleri gördüm geçen haftaki türbe ziyaretimde

ŞUURSUZ kardeşim istemeden,bilmeden ifsada çalişsan da Mevla ve rasulü her zaman bu gençliğin yaninda olacaktir.Lütfen kendine bu kötülüğü yapma ahirette bu hal ile huzura çikma diye söylüyorum bunlari lütfen yalvariyorum sana ŞUURSUZ KARDEŞİM
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#14
Annemin dedesi anneme anlatmis annemde bana anlatti, hayvan derisinden yapilmis cariklar bitlenmiş yaygin hastalik varmis, bitlenen çanta hareket ediyormuş.. yemek falan yokmuş

Yeni evlenip çanakkaleye giden, evinde 2 tane bebegini birakip canakkaleye giden, daha liseli olup çanakkaleye giden bakir genclerimiz bile varmiş(çanakkale türküsünde kimimiz nişanli kimimiz evli sözü)... Nitekim o yil KAYSERİ LİSESİ mezun vermemiş, çünkü herkes çanakkaledeymiş...

Ölmeden mezara koydular beni derken çok farkli bi anlam varmiş, bunu 2 yil önce çanakkaleyi ziyaret ettigimde ögrenmiştim çok şaşirdim tüylerim diken diken oldu : Burda söylenmek istenen patlayan bombanin etkisi ile havaya kalkan toprağin altinda kalarak yara bile almadan mezara giren askerlerimizden bahsedilmiş

253 bin şehit... söylemek bile çok zor... o zamanlar yaklasik nüfusumuzun 10 milyon civari oldugunu düşünürsek inanilmaz bi rakam bu 253 bin...

Öyle bir savaş ki dini imani olan vatan sevgisi olan, doktor mühendis ögretmen subay sanatkar, liseli vs. vs ne varsa bu savasta kaybettik biz
Savaşa gitmeyen ermeni kökenliler veya mason kökenliler vs zengin oldu ülkenin çok yerini bunlar yönetmeye basladi, bunu günümüzde içeri atilan generallerdenden, ülkeyi sömüren hortumcu şerefsizlerden,ülkenin en zenginlerinden anlayabiliriz, günümüze kadar süregeldi bu süreç. bu savaşta destan yazsakta kayiplarimiz çok büyük oldu, hala etkilerini çekiyoruz...
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:
#15
Çanakkale silahla değil, Allah'in yardimiyla kazanilmiş bir zaferdir. Çanakkale İman zaferidir.
Bul
Cevapla }
Teşekkür edenler:


Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi